KIRKLAR MECLISI EFSANESI

0
47

Bu hafta ressam Ahmet Güneştekin, sırlarıyla insanların dünyasına sızan kedilerin efsanesinin peşine düşüyor ve “sırrırı surlara fısıldayan şehre”, Diyarbakır ‘a gidiyor.Diyarbakır şehri yedi bin beş yüz yıllık bir geçmişe sahip. Tarihin her döneminde büyük uygarlıkların, kültür ve ekonominin merkezi olmuş. Buraya birbirini izleyen tam 26 değişik uygarlık hükmetmiş. Milattan önce 3 bin yıllarından itibaren Hurrilerden başlayarak, Osmanlılara kadar uzanan yoğun bir tarihi geçmişi var.

Bu geçmişin izleri şehrin her köşesinde kendini gösteriyor.Tarihin görkemli izlerinin başında, kuşbakışı bakıldığında kalkan balığını andıran biçimiyle kenti baştan başa kuşatan surlar geliyor.

Diyarbakır Surları, “Dünyanın, Çin Seddin’den sonra ayakta kalan en geniş, en uzun ve en sağlam kalesi” olarak tanımlanıyor. Beş kilometre uzunluğundaki surların 82 burcu var. Diyarbakır surları, yükseklik ve burçlarının büyüklüğü açısından dünyada birinci sırada.

Bazı bölümlerinin yüzyıllar öncesinin çizgilerini günümüze kadar koruması, bu tarihi kalıntıları daha da kıymetli yapıyor.Surların üzerindeki çift başlı kartal, kaplan, boğa, güneş,yıldız, at, insan, akrep sembolleri hemen dikkat çekiyor. Ayrıca Roma, Bizans, Abbasi, Mervanlı, Büyük Selçuklu, Şam Selçukluları, İnallı, Nizanlı, Eyyublu, Akkoyunlu, ve Osmanlı devletlerinin çeşitli kitabelerini görmek de mümkün.

Artuklu hükümdarı Melik Salih

Diyarbakır Surlarının dört değişik yönde kapısı var. Bunlar “Dağ Kapısı”, “Urfa Kapısı”, “Mardin Kapısı” ve “Yeni Kapı” olarak adlandırılıyor. Tarihi kapıların yanından yukarı çıkan merdivenler burçalara ulaşıyor. Bizim tırmandığımız 7 kardeş burcu, surların güney kesiminde. 1208 yılında Mimar İbrahim’in oğlu Yahya tarafından Artuklu hükümdarı Melik Salih adına yapılmış. Tarihi ve mimari değeri olan burcun üstünde çift başlı kartal ve kanatlı aslan kabartmaları ile burcu saran bir kitabe görüyoruz. Artuklu Türklerinin anıtsal bir yapısı olan bu tarihi burç, tamamen bazalt kesme taştan yapılmış. Şehrin merkezi tüm doğu illeri gibi büyük bir pazardan oluşuyor.

Bu pazarda aklınıza gelebilecek her şey var. Çoğu yöresel el sanatları üretilen küçük dükkanlarda ustalar, sabahtan akşama kadar yoğun bir tempoyla çalışıyor, üretiyorlar. Çarşı boyunca yanyana dizilmiş eyerciler dikkatimizi çekiyor. İçlerinden birini ziyaret edip yaptıkları işi yakından görmek istiyoruz.Dağlık yörede at hala önemli bir ulaşım aracı. Atın kıymetini koruduğu bu coğrafyada eyer de gündelik hayatın bir parçası.

Çevre köylerde dokunan rengarenk kilimler burada eyerlerin üzerine dikiliyor. Ama kırmızı tonundaki renklerin hakim olduğu bu el işi dokumalar artık eskisi kadar kolay bulunmuyormuş. Köylerden kentlere göçün artmasıyla birlikte bu kilimleri dokuyanlar da azalmış.Ama yeniden köye dönüşün başlamasıyla birlikte, dokumacılığın da tekrar canlanacağını umuyorlar.Böylece bu geleneksel eyerler, tarihe karışıp unutulma tehlikesinden kurtulacaklar.

Şehirde, Diyarbakırlı şair İhsan Fikret Biçici ile birlikte dolaşıyoruz. Dar sokaklar, eski evler arasında yürürken bize Diyarbakır’ın geçmişini anlatıyor şair. Şehrin ve evlerin biçimlenmesinde surlar önemli bir rol oynamış. Kentin genişlemesini sınırlayan surlar nedeniyle evler hep birbirine yakın yapılmış, yollar birbirine dar sokaklarla bağlanmış. Ama bu sayede gölgelikler artıyor ve yazın çok artan sıcaklıktan böylece kurtulabiliyorlarmış. Diyarbakır’ın merkezindeki bir camiden yükselen minarenin farklılığı hemen dikkatimizi çekiyor. Bu, Şeyh Matar Camii’nin minaresi. Camii ve minare Akkoyunlular zamanında yapılmış.

Dört ayak üzerine ve köşeli olarak inşaa edilen minarenin bir başka özelliği de sütunların üzerinde fırınlanmış ağaç kullanılması. Bir inanışa göre yedi defa sütunların arasından geçenin dileği kabul edilirmiş. Ulu Camii’nin ismi gibi görkemli olan avlusundayız. Şehrin merkezinde yer alan bu geniş avlulu camii bir zamanlar kiliseymiş. Ulu Camii’nin Anadolu’daki en eski camilerden biri olduğu biliniyor Milattan önce 639 yılında şehir müslüman arapların eline geçince buranın büyük kilisesi olan Mar Toma Kilisesi, cami olarak kullanılmaya başlanmış.

Camiye Diyarbakır’da hüküm sürmüş bütün devletler büyük önem vermiş ve onarmışlar. Caminin çeşitli yerlerinde, Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, İnal ve Nisanoğulları, Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev, Artuklular, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ve Osmanlı padişahlarından birçoğuna ait kitabe ve fermanlar var.

Ayrıca, muhtemelen Roma dönemindeki bir amfiteatrdan alınan çok değerli mermer rütürler ve işlemeli sütun başlıkları ve kabartmalarda yapının çeşitli yerlerinde yeniden kullanılarak değerlendirilmiş.Cami avlusundaki güneş saati ise Romalılardan kalma.Caminin dört cephesinin bir zamanlar dört mezhep için hizmet verdiği biliniyor. Tüm Güneydoğu bölgesinde olduğu gibi Diyarbakır’da da altın işlemeciliği önemli bir zenaat. Diyarbakır’ın en ünlü el sanatı ürünlerinden biri, altından yapılan ve hasır adı verilen bilezikler.

Bu bileziklerin nasıl yapıldığını görmek için çarşıdaki bir kuyumcuyu ziyaret ediyoruz.Hasır bilezik, 31-32 mikron inceliğindeki altın tellerin ilmek ilmek örülmesiyle yapılıyor. Altın işçiliği zahmetli ve incelikli bir uğraş. Her gramı kıymetli olan malzeme titizlikle işlenip şekillendiriliyor. Altını biçimlendirmeye alışkın parmaklar tek bir bileziği ancak tam bir gün boyunca uğraşarak tamamlıyabiliyorlar. Bu alltın bilezik yöredeki kadınların en önemli süslerinden biri. Özellikle düğünlerde bu bilezikleri geline takmak adetten. Çok zor durumda kalmadıkça satılmıyor hasır bilezikler.

Genelde anneden kıza ya da geline geçiyor ve nesiller boyu ailede kalıyor.Bileziğimizin üzerine efsanemizin kahramanı olan kediyi çizmesini istedik ustadan. Ama Celil Usta geleneksel olarak güneş motifi çizildiğini anlatınca, bu bilezik de bizden bir iz taşısın dedik. Diyarbakır çarşısındaki gezimiz devam ediyor. Kahvehanelerde bolca gördüğümüz ve yörede kürsü olarak adlandırılan taburelerin üretildiği bir sokaktayız. Çoğu erkek günün büyük bir kısmını kahvelerde geçiriyor.

Bu açıdan bakıldığında kürsünün yöre insanının hayatında ne kadar önemli bir yer tuttuğu anlaşılabilir.Çarşı boyunca yanyana dizilmiş bir çok dükkanda son derece hızlı bir tempoda kürsü üretiliyor.Diyarbakır sokkalarında gezerken çarşıda yine def satıcıları görüyoruz.

Hem satıyor hem çalıyorlar.Ama asıl müzik ziyafetini Süryani Keldani Kilisesi’nin avlusunda Dicle Fırat Kültür Merkezi’nde müzik yapan gençlerden diniliyoruz. Son derece etkileyici bir gösteri yapıyorlar bize. Diyarbakır şehrinin 3 km güneyinde Kırkardağı eteğinde, eski Silvan yolu üzerindeki eski bir köprüden geçiyoruz.

Bu köprüye 10 Gözlü Köprü veya Silvan Köprüsü denirmiş. Üzerindeki kitabesinde H.457 (M.1065 ) tarihinde, Mervanlı Hükümdarı Nizamüddevle Nasr’ın zamanında inşa edildiği ve mimarının Yusufoğlu Ubeyt olduğu yazılı. Sağlamlığı ile ünlü köprü, asırlardan beri Dicle’nin azgın sularına büyük bir güçle karşı koyuyor.

Dicle Nehri’ni Diyarbakırlılar kutsal sayar ve “Allah’a Giden Yol” olduğuna inanırlarmış. Bu inançtaki binlerce Diyarbakırlı kadın ve genç kız her yıl Kurban Bayramı akşamı “On Gözlü Köprü’nün üstünde toplanır, daha önce yazdırdıkları dilekçelerini dualar okuyarak nehre atarlarmış. Bir efsanenin peşine düşüp geldiğimiz kadim Diyarbakır’dan tatlı bir yorgunlukla ayrılıyoruz.Yeni efsanelerin izini sürmek için…

Read More about Vefa Kilise Camii

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz